elif - nûn - sîn



Elif - Nûn - Sîn

Her şey yeryüzü cesedine insan ruhunun üflenmesi ile başladı…
Kâinattaki sistemlere nisbet edildiğinde bir zerre mesabesinde olsa da insan,
İlahi Kudret karşısındaki bu atomik yapının çekirdeği hükmündeydi…
Yani musahhar kılınmştı;
yer ve gök, gece ve gündüz, ay ve güneş, yıldızlar, hayvanlar, denizler…
hulasa tüm mahlûkat insan için belli bir yasaya bağlanmış, insanın emrine amade kılınmıştı.
Zira insan yeryüzünün halifesiydi ve eşref-i mahlûkat olmaya kabiliyeti olan tek canlı idi.

İlk adımlarını, yitiğini bulmak için atmıştı yeryüzünde.
Pişmandı, tövbekârdı…
Dilinden dua kelimeleri, gözlerindense nedamet yaşları dökülüyordu sicim sicim.
O dua etti, Rabbi duasını kabul etmeyi takdir buyurdu ve takdire şayan oldu insan…

Sonra taş kesildi kâinat insanın kibir ve hasetle kalkan ellerinde.
İlk defa kan bitti taşın değdiği yerde!
Oysa taş ya küfre karşı bir ilahi uyarı olmak isterdi Ebabil dudağında.
Ya da zulme karşı bir silah olmak Filistinli çocuğun avuçlarında…

Su insanın pişmanlık gözyaşıyken gün geldi;
insanlardan bazısını tuğyanlarının tufanında boğdu,
bazısını ise kurtuluş denizi olarak selamete kavuşturdu…

Yolunu kaybetmişken beşer, biri; ay ile güneşin, gece ile gündüzün ve yıldızların yoldaşlığında yolu bulmaya koyuldu…
Aramakla bulunmazdı lakin bulanlar hep arayanlardı.
Şimdi putlaştırılmış taşlar bu zulümden kurtulup bir insanın Rabbiyle buluşmasına şahit oluyor ve özgürlüklerini kucaklarcasına secdeye kapanıyordu;
odunlar ve ateş ise Hak karşısında saltanatı sarsılan bir ötekinin fütursuzluğuna tanık oluyor da yanmamak ve yakmamak için duaya duruyorlardı adeta…

Zulüm bir değil, çok başlı canavardı.
İnsan teki oturmuş da zulmün tahtına,
Bir diğerine her türlü zulmü görmüşken reva,
Kâinat göklerden gelecek emri beklemedeydi akıbete ramak kala;
“Geceleyin yürüyün” dendi kurtuluş kervanına,
Nasipsizler de iz sürdü varıncaya kadar deniz kıyısına,
Beklenen an geldi, beklenmeyen bir kararla:
“Denizde kuru bir yol aç,batmaktan ve düşmanların yetişmesinden korkma!!!”
Bu ilahi emre elçiydi âsâ,
Dokundu denize ve deniz kurtuluşa şahit, ayrıldı iki parçaya…
Yürüdü kurtuluş kervanı ve gelmedeydi düşman ardı sıra,
Bu isyankâr kavim ulaştığında denizin ortasına
deniz göklerden gelen ikinci emre ram olmada…
emre itaat eden sular bile boğmazken,
deniz kapanmada, bozguncular boğulmada
Ve kâinat şahit; şerefini bilmeyen insanın rezil ve rüsvalığına!

Peki ya denizi selametle geçenlere ne oldu?
Önlerinde denizler yarılmış ve Rablerinin nimetiyle boğulmaktan kurtulmuşken,
İyiliğe kavuşunca çok azı müstesna olmak üzere sözlerinden döndüler, hala da dönmekteler…


Aceleciydi insan!
Yıllarca tebliğ vazifesini yerine getirip davet ettiklerinden sadece iki kişiye iman nasib olunca,
Kavminden ümidini kesti ve yıldı imansızlar karşısında…
Rabbinden vahiy gelmeden gemiye binerek terk etti Ninova’yı sabırsızlıkla.
Epey yol aldıktan sonra, gemi denizin ortasında durunca,
Gemidekiler dediler:”efendisinden kaçan bir kul vardır burada!”
“efendisinden izinsiz ayrılan kul benim”deyip hatasını kabul etti.
Denize attılar ve Rabbi onu balığın karnına mülteci etti,
O ise pek üzgün olarak Rabbine halini şöyle arz etti:
“Senden başka ilah yoktur. Sen her türlü kusurdan münezzehsin. Gerçekten ben nefsine zulmedenlerden oldum…”
Rabbi de onu bir selamet sahiline erdirdi…


Ve “çok hamdedendi” insan!
Yaşadığı ve kendisinden sonra yaşanacak zamanların karanlıklarına nûr olmuşken,
Bütün büyük müjdeler önüne serilmişken,
Dahası kâinat taşıyla toprağıyla, ayıyla yıldızıyla, kumuyla ağacıyla, şuurlusu ve şuursuzuyla O’na şahitken,
Bir an olsun şükürden vazgeçmeyip, kendisine vaat edilen nimetler hatırlatılınca da;
“öyleyse şükreden ve hamdeden bir kul olmayayım mı?” diyendi…

Kâinat hep şahitti ve yine şahit…
İnsanlar gelip geçti, insanlar gelip geçmekte ve daha niceleri gelip geçecek.
Kâinat hem şahit, hem meşhûd ve hem de musahhar insana…
Ki her şeyin emrine verildiği insan,
tüm bunları emrine vereni ve kendisinin kimin emrine amade olduğunu bilsin!
Ey ins!
Şuursuz ve cansız diye baktığın varlıkların emrine kılındığı bir amacı olur da,
akıllı ve şerefli bir varlık olan insan amaçsız olur muymuş?
“Şüphesiz düşünen bir topluluk için bunda ayetler vardır…”



Yazan: Katibu'l-Esrar
Kaynak: Diriliş Saati Dergisi - Sakarya

1 yorum:

Adsız dedi ki...

hatırlamaz mı insan ki; bir zamanlar hatırlanmaya değer bir şey değildi!

;)

Yorum Gönder