İnfak, nifakın panzehiridir / Leyl Suresi 5-10



Bir olay yaşanmıştır Medine’de.
Bu âyetler Mekke’de inmiştir ama sahabeden bazıları Medine’de yaşanan bu olaya bu âyetleri çok güzel yakıştırmış.
O olay şu:

Olayın kahramanı, Sabit bin Dahdah El Belevi El Ensari(r.a) isimli bir şahıs.

Olayın çıktığı nokta şöyle:

Medineli varlıklı bir kişinin duvarının hemen kenarında bahçesinin ucunda olan, çok verimli bir hurma ağacı vardır.Hurma ağacının dalları yola ve komşunun bahçesine ağmaktadır.
Yola ve komşunun bahçesine ağan dallarından yere düşenleri de yoldan geçenler ve komşunun yetimleri toplamaktadır.
Bu adam da çok pintidir.Cimridir.Her seferinde onları kimse almasın diye kendince tedbirler almaktadır.

Yine bir gün yere düşen meyveleri komşunun yetimleri toplayıp yerken bahçe duvarından atlayıp, komşunun yetimlerini tokatlamaya başlar.Ellerindeki hurmaları alır.Hatta yetimin birinin ağzına parmağını sokar.Ağzına aldığı hurmayı da alır.

Yetimlerin velisi çok üzülür.Çok incinir.Ve durumu Allah Resülüne şikayet etmek için gelir.
"Ya Resülallah böyle böyle böyle oldu.Komşumuzun bir hurma ağacı vardı.Bir gün dalları dışarı sarkıyordu.Sarkan dallardan dökülüyordu.Dökülenleri de benim yetimlerim yemiş.O da böyle böyle yapmış."

Allah Resülüne de dokunur bu hadise.Çünkü yetimin velisi Allah’tır.Tabiki Resülüllah’tır.
Çağırır bahçe sahibini.Der ki: "Ey falan!Böyle böyle böyle olmuş."
"Evet Ya Resülallah."
"Peki sana bir teklifim var.O ağacı vakfetsen.Ben de Allah’tan sana cennette bir bahçe vermesi için dua etsem ne dersin."

Devlet kuşu insanın başına her zaman konmaz.Alemlere Rahmet olan "Ben de Rabbime senin için cennet vermesi için dua etsem" diyor.Bir ağaca karşılık.Fırsat bindebir düşer insanın önüne.Tıpkı Taifin kaçırdığı Medine fırsatı gibi.
Adam mala köledir.Mal sahibi değildir.Malesef,malının süvarisi olamamıştır.malının atı olmuştur.Veremez.
"Ama" der "Ya Resülallah ben onu çok seviyorum."

Resülüllah ısrar etmez fakat incindiği bellidir.
Bu haber Medine de dalga dalga yayılır.Evden eve, sokaktan sokağa.
Ve haberin ulaştığı kimselerden biri de Sabit Bin Dahdah El Belevi isimli Ensar’dan bir zat haberi alır almaz, yemez içmez o Resülüllah’ın vakfet çağrısını reddeden adama gider.
Ve der ki:
"Bana o hurmanı sat.O ağacını sat.Bir ağaç vereyim sana.İstediğin ağacı.Bak onun iki katı meyve veren benim Medine’nin en iyi hurmalıklarından birindeki en iyi ağacımı sana vereyim."

Zorlu pazarlık öyle bir noktaya gelir ki adam bir ağaca karşılık Sabit Bin Dahdah El Belevi’nin kırk ağaçlık Medinenin en güzel bahçelerinden biri olan bahçesini alır .Sabit gözünü kırpmadan pazarlık sonunda bahçesini bir ağaca karşılık satın alır,satar verir yani ! Bir ağaç alır.Koca bir bahçeyi verir...

Rasyonel mantık bu satışda Sabit Bin Dahdah El Belevi’nin zarar ettiğini, ötekinin de kar ettiğini söylüyor değil mi?
İman mantığı ne diyor bir bakalım!

Sabit göz yaşları içerisinde alışverişi tamamladıktan sonra Allah Resülüne kavuşur.Mescitte onu yakalar ve der ki:
"Ya Resülallah! Duydum ki falana böyle böyle demişsin.Ya Resülallah ben bir bahçeme karşılık, cennetten bir bahçe duası etmeni istemiyorum.Bir ağaç gölgesi için dua et yeter.Bu dua karşılığın da O ağacı alır mısın Ya Resülallah!Bir bahçe karşılığında aldığım ağaç."

Resülüllah'ın alnından güneş doğmuştur.Oradaki hazirun gözlerindeki sevinç yaşlarıyla Sabit Bin Dahdah El Belevi’yi tebrik ederler.Ama asıl tebriği sanırım melekler eder.Allah eder.Ve işte bu âyetler bu zat için yorulur.Yorumlanır.

 "Artık kim verir ve sakınırsa, Ve en güzeli de tasdik ederse, Biz de onu en kolaya hazırlarız (onda başarılı kılarız).
 Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar, Ve en güzeli de yalanlarsa, Biz de onu en zora hazırlarız." (Leyl/5-10)


Dolayısıyla mal sahibi olmak nedir?Malın sahibi olmak nedir?Veya malın insanın sahibi olması nedir?Biz bu örnekten bunu anlıyoruz.

alıntı.
Read more

gök sofrası :))




güzel bir gündü...ve bundan sonrası bu cümleye gelen takılarla devam edecekti ;)
bugün mervecim'le buluştuk "eski günler"deki gibi.
eski günlerdeki gibi demem uzun süredir görüşmüyor olmamızdan değil aslında...

ama biz her yaz  kendimizi gurbete gitmiş gibi hissederiz .
bir kış bir de gece müslümana iyi geliyor galiba :)
(buradan can ataklı'ya duyrulur:usta mevsimleri kışa sabitlesek ya :P)

zaten ben merve'nin iki de bir de "yarın dışarıya çıkacak mısın" demesinden bir işler karıştırdığını anlamalıydım :D
baktım derneğin kapısında muzip bir çocuk edasıyla bekliyor beni.
elinde de gizemli bir çanta :P
konu döndü dolaştı çantaya geldi tabii.
benim ikramperver dostum eşarp almış bana.
ama açmadan önce sıkı sıkı tembilhledi : "bir şartla veririm ancak,aldığım yere gidip tekrar bakıcaz !" :D
merve yaptı yine merveliğini yani :))
tabi o karşı konulmaz,karşı konulması teklif dahi edilemez :P ikna kabiliyeti sayesinde söz verdim kendisine . 
bunda benim "ona" hayır diyemememin de payı olamaz mı? (olabilir) :))

velhasıl dernekte dersimiz bittikten sonra düştük "simge" yollarına.
almakta kararsız kaldığı eşarbı gösterdi, böyle çıtı pıtı basma desenli,
çocukluğumuzda topladığımız kır çiçekleri gibi :))
ben de ona karar verince,zaten bu daha çok içime sinmişti dedi...
benim içime sinen onunkinden farkılı olabilir mi ? (olamaz ) :D

gelelim iftar maceramıza ...
her şey merve'nin bana o her zamanki bakışıyla bakarak,(onu yalnız ben anlarım:))
"acaba bir iftar..."demesine kalmadan benim "evet,evet" dememle başladı :D
cesaretler toplandı,dualar edildi ve izinler alındııı :)
peki,bu iftar nerede yapılacaktı? 
acaba biz bu iftarı "orman park"ta mı yapsaktı? :D
gönül gönüle deyince yol mu dayanır?
ömer abimiz haklıydı...

içimizde bu akşam orada bizim için ayrılmış bir yerin olduğu inancıyla vardık orman park'a :)
ve 46 nolu masa bizimdi artııık...
iftara 1 saatten fazla vardı.
yerimizi sağlama almış olmanın rahatlığıyla iftar saatine kadar küçük bir gezintiye çıktık.
başlarda derin mevzular,ümmet meseleleri...
masaları temizleyen görevli kibarca bizden müsade istedikten sonra oldu ne olduysa.
artık tebdil-i mekandan mıdır,vaktin nazından mıdır espiriler havada uçuştu bir ara :))
(beni yalnız sen anlarsın :D )

sonra farkettik ki rüzgar esmiş,zaman akmış ve vakit gelmiş...
kocaaa restoranın "merkezindeki" masamıza kurulduk . :D (dünya diz çöktüğüm yer kadardır *)
açık havada ney sesleri eşliğinde,bir kulağımız "Bilal'in sesi'nde...
böylesi özüne yakınlık,tefekküre meylettiriyor insanı.
eğer şehirlerin beton yığınları arasından sıyrıldıysanız,su sesleri,kuş cıvıltılarını duyabiliyorsanız,
rüzgar yüzünüze çarpıyorsa nazlı nazlı ve etrafınızda yalnız Allah'ın tuttuğu insanlar varsa,
yani tüm yamukluklardan elinizden geldiğince uzaklaşabilmişseniz,
daha iyi anlıyorsunuz Efendimiz'i(sav) Hira'da bir mağaraya peşisıra götüren arayışı...

ve işte arayışıın ardından yüreklere inşirah veren "Bilal'in sesi"...
rızıkların temiz olanlarından yemeye izin verildi.
"Alah'ım! Senin rızan için oruç tuttum. Sana inandım, sana sığındım, senin rızkın ile orucumu açtım."

rızkın temiz olanından yemeye verdiğimiz sözden ötürü masamızdaki cocacolaları bizim emektar çilekli freşa ile değiştirdik.
Rabbin nimeti,dostun ışıl ışıl gözleri ve yürek yüreğe elif'çe duruş...
işte huzur böyle bir şeydir derdim bana sorsalar :))

bir ara garson masadaki kül tablasını almak için geldi.
alırken de emin bir sesle: "siz sigara içmiyorsunuz herhalde" dedi.
değerlerimizi konuşmaya gerek kalmadan ifade etmek ne büyük nimet...
Hamd ancak Sana'dır ey Rabbim !
insan denildiğinde akla gelmek gerçekten büyük nimet...

bize çay vermeyi unutmalarını bu hoş olaydan dolayı bağışlayabilirim sanırım :D

mescidde akşam namazlarımızı kıldıktan sonra çarşıya döndük.
bizim bir de hayalimiz vardı : nasib olursa Orhan Camii'nde teravih kılacaktık.
nimete en çok şükür yakışır zira :)
ama vaktimiz buna el vermeyince yatsı sularında ayrılığa yüz tuttuk...
bir ara (göz yaşarır,kalp hüzünlenir ya) hüzün yerleşecek gibi oldu yanaklarımıza.
ama biz bilirdik : bazen şükür Padişah'ın müsade ettiğine rıza göstermekti...

birbirimizi Allah'a emanet ettik.
Allah'a emanet edenin,emanet ettiğini bir daha görmeden ölmeyeceğini bilerek...

sözün özü : "Rabbim Sana ne dua ettikse,mahrum olmadık !" (Meryem Suresi-4)
Şükran Sana ya Rab!
Şükran Yalnız Sana...

*A.C.Z.
Read more

BARAN"ın etkisiyle ...


helalinden seviyorsan korkma,

iki cihanda mahrum olmazsın her halükarda:

mesafeleri kavuşmanın basamağı kılmayı

yaptığını o'nun ihtiyacı olan şey o olduğu için yapmayı

tüm bu fiillerin öznesini gizli tutmayı öğrenmişsen...

bir ihtimal var o da kavuşmak mı bilmem ya

çoğu zaman yalın bir"iz"dir kalan insanın yazgısında

sevmenin illetinin kavuşmak olduğunu kim taahhüt etmiştiki hadd-i zatında !
Read more

‘Baran’; Fıtratın dili... / Nazan BEKİROĞLU -- YOL HALİ



Sanatta ancak fıtrata uygun olanın gönülleri fethedeceğini sezecek kadar bilge, taşmış da durulmuş ırmaklar kadar berrak ve sakin. Bir o kadar derin. Şatafatsız, şaşaasız. İddiasızlığında ihtişamlı.



İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin filmi “Baran”, hayatın sert yanına çevrilmiş bir masal ışıldağında küçük sahneler üzerinden akıtılmış aşka dair büyük bir hikaye. Hazin ve zengin. Rikkatli bir doğu dili.



“Sinema Dili” diye bir ara başlık açmak niyetinde değilim. Sadece zannımca, münferit parıltılarına rağmen kesintisiz ırmağının ortak dilini bir türlü bulamamış Türk sineması gibi romanının da yitik malını sahiplenir gibi sahiplenmesi gerekenin böyle bir dil olduğunu işaret etmekle iktifa edeceğim. Şarkın bilgeliğinde halin dili.

O dil ki, tepeden tırnağa aşk olan bir hikayede kahramanlar bütün şunları kimi taşarak kimi sızarak ayan beyan söylüyorlar. Ama erkek olan aşka dair tek kelime etmeden, kadın olansa değil kelime etmek sesini bile işittirmeden.



Erkek (Her sahnede/Her haliyle)



Sen geldin. Benim eziyetim dokundu sana. Ama bağışla, senin sen olduğunu bilmiyordum. Ne zaman ki öfkemin üzerine indi yağmur. O zaman duruldum.



Sen saçlarını tararsın. Ben seni, puslu aynanın içinde bir resim, ağır ağır uçuşan perdenin üzerinde bir gölge olarak fark ederim. Masal keser dört bir yan. Seni yeşiller içinde bir cennet çiçeği velvelesinde ilk kez gördüğümde, sen o musun, diye sormam bile. Bilirim ki rengini gizlesen kokunu saklayamazsın, perdeni çeksen ışığını boğamazsın. Benim gördüğüm benim rüyamda kalır. Senden şüphelenmek yerine çimento yanığı göz bebeklerimden şüphelenmeyi yeğlerim. Fark ederim aynanın sırtındaki sırrı. Eksiğim gibi durduğunu. Güvercinlerin kanat sesleri inşaat işçilerinin yanık türkülerine karışırken fıtratın dilinde işlemeye başlarım. Bir yanımdan sakinleşir ama bambaşka bir yanımdan taşarım.



Bir başka aynada tanırım kendimi. Bundan böyle hoş-halim. Latifim. Gördüm ya seni görülmek de isterim. Yağmurun rengini ateşte seçerken ne yana gitsen sana dönerim. Çıkarırım alnımdaki kara bağı. Bahtımı ekmeğine bağlarım. Anlamsız varlığım anlam bulur. Başkalaşırım. Mademki elinin dokunduğu her şey, bir bardak çay, iki parça şeker olsa bile. Harikulâde bir şey.

Çamura saplanmış kara lastik pabucun bütün masallardaki kristallerden daha varlıklıdır. Ama yokuşun dik senin, yükün ne kadar ağır. Senin taşıdığın benim belimi büküyor. Sen ezilme, bel verme diye her şeyden vazgeçebilirim. Sarı bir sayfanın resmiyeti üzerinden kazınan vesikalık bir fotoğraf gibi bir anda kimliksiz kalabilir, ismim gibi cismimden de geçebilirim.



Kadın (Sadece Bir Sahnede/Peçesini indirmesiyle)



Daha düne kadar yüzüm açıktı sana. Aramızda masumiyet ihlaline dair bir hece yoktu. Çünkü senin farkında olmadığım gibi benim farkımda olduğunun da farkında değildim. Ama şimdi bir bilmek halindeyim ki yüzüm, keskin inen bir satırın gürültüsünde, her şeyi karanlığa boğan bir perdenin düşüşü kadar ani ve kesin, senin yüzüne kapalı bundan böyle.

Çünkü beni fark ettiğin anda ve bunu benim de bildiğim anda ne senin senliğin ne de benim benliğim kalır. Geriye sadece içimizde taşıdığımız Âdem ve Havva ve aramızdaki ezel olasılığı kalır. Bu yüzden şimdi sadece yüzümü değil kalbimi de her an izleyen bir çift göze dair terbiyeyle, aramıza bir uçurum koyuyorum. Senden kaçıyor, kendimi senden gizliyorum.



Ama. Aşkın koşulanda değil kaçılanda, açılanda değil kapananda olduğunun da bilgisindeyim. Peçemi örterek açıyorum sana kapılarımı. Dahası ezeli bir bilginin ürpertisi yüzüme sinerken aramıza bir senlik ve benlik davası sokuyorum. Seni ben karşısında tanımlıyorum yani. Sana yer veriyor, baha biçiyorum. O dairede kendimi tamamlıyorum. Senden gizlenerek seni sen, beni ben yapıyorum. Böylece benim için taşıyabileceğin bütün anlamların farkında olduğumu da beyan ederek benim kadın senin erkek olduğumuzu yüzüme indirdiğim şu peçede aşikâr ediyorum. Bu halimle seni bir mümkün olarak gördüğümü itiraf ediyor, senle ben arasındaki bütün ihtimallere evet diyorum.
Read more

Yaklaşımlarımız Kur’an’a Yakın mı?






KUR’ÂN!
“Bir araya toplayan”; ayet ve sûreleri bir araya getiren / İslâm'ın îtikad, ibâdât, ahlâk, hukuk esaslarını toplayıp ihtiva eden / bütün ilahi kitapların ve bütün ilimlerin semeresini kendisinde toplayan,
“En çok okunan”,tekrar tekrar okunan, her okunuşunda onu okuyanın haline mebnî olarak lafzı ve manasıyla bir başka kucaklayan,
Böyle olması da onun i’cazından olan Kerîm Kitap…


Dolayısıyla Kur’an’a bakış ve okumada anlayış farklılıkları olması o’nun bir özelliğidir tabiri caizse. hadd-i zatında tefsir ilmi de bu bakış ve okuma farklılıklarının bir meyvesidir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken birkaç husus vardır.
Birincisi, Kur’an’a dair farklı bir yorum ortaya koymak için Kur’an dili Arapça ve Kur’an’ın tefsiri mesabesinde olan hadis ilminde belli bir seviyeye ulaşmış, Kur’an’ın nazil olduğu toplumun yapısından ve diğer müfessirlerin de görüşlerinden ve hüccetlerinden haberdar olmuş olmak gerekir.
İkincisi, Kur’an’dan hangi ayetlerin yoruma açık(müteşabih),hangi ayetlerinse manası açık ve kesin hüküm bildiren binaenaleyh farklı yorumlanamayan(muhkem) ayetler olduğunu gözden kaçırmamaktır.
Üçüncü olarak da bu anlayış farklılıkları gerçekliğinin tam karşısında, olabilecek bütün farklılıkları ortak bir paydada toplayan ve istikamet tayin eden sarsıcı bir ayet ve mutlak bir hakikat durur:
“Kur’an okuduğun zaman, o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın!”(Nahl Sûresi,98)

Bu müdhiş ayet sadece müfessirlere değil, Kur’an’ı okuyacak herkese hitab etmektedir elbette. Ancak yukarıda belirttiğimiz ön şartlardan da anlaşılacağı gibi özelde müfessirlerin, ayetleri okuyup ne manaya geldiğini yorumlama makamında olmaları hasebiyle daha ağır sorumlulukları vardır. Allah Teâlâ bu ayetle, Kur’an’ı okumanın ve anlamanın ekseninde şeytanın ve nefsin aldatmacalarının değil yalnızca Allahın ne dediğinin ve kuranın indiriliş amacına uygun olup olmadığı kaygısının etken olması gerektiğine hususiyetle dikkat çekmiş ve bu konudaki muhtemel tehlikeye karşı Kur’an muhataplarını uyarmıştır.

Öyleyse Kur’an’ı okumadaki anlayış farklılıklarından ne kastettiğimizi daha iyi izah edebilmek adına ilk olarak yukarıda bahsettiğimiz ayet-i kerimeyi ele alalım. Bu ayet –Arapça metninden yola çıkılarak- “Kur’an okuduğun zaman ‘eûzu billâhi mineşşeytânirracîm’ de” şeklinde yorumlanabilir. Başka bir yaklaşıma göre de,”Kur’an okuduğun zaman aklını, kalbini ve algılarını şeytanın ayartma ve vesveselerinden arındır” şeklinde anlaşılabilir. Bu iki anlayıştan herhangi biri diğerini geçersiz kılmaz, hatta her ikisi de anlaşılır ve tatbik edilirse işte o zaman emir asıl amacına ulaşmış demektir.

Yine İnsan Sûresi 12. Ayette “Ve yine onları sabretmelerinin karşılığında cennetle ve ipekle ödüllendirir” buyurulmuştur. Bazı müfessirler ayette geçen “harîr” kelimesinin ebedi hayatın görkemini betimleyen bir temsil olduğunu belirterek “cennette ipekli elbiseler giyerler” şeklinde yorumlamıştır. Bazı müfessirlerse “harîr” kelimesinin “hür” kökünden geldiğini beyan ederek sabredenlere cennette verilecek olan ödülün “sonsuz bir özgürlük” veya başka bir deyişle “tüm kötü duygulardan, kinden, hasetten, tüm şehvet duygularından arındırmak suretiyle özgür kılma” olduğunu söylemiştir. Görüldüğü gibi iki yorum da ayetin farklı çağrışımlarının bir sonucudur ve geçerlidir. Doğrusunu ancak Allah bilir. Böyle durumlarda sergilenmesi gereken tavır, farklı yorumları mutlaklaştırıp bir tefrika aracı haline dönüştürmemektir.

Bu yorum farklılıklarının sonucu her zaman rahmet olmamaktadır maalesef. Örnekse, Kur’an’daki “çok evlilik” ile ilgili ayetler bu bâbdandır. Nisa suresi 3. Ayette:
“Yetimler konusunda adaleti koruyamayacağınızdan korkarsanız, sizin için temiz kılınan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Eğer bu durumda adaleti gözetemeyeceğinizden korkarsanız, bir tek kadınla yahut yeminlerinizin/sağ ellerinizin sahip olduklarıyla yetinin. İşte bu, haksızlığa sapmamanız için en uygun yoldur.”
Ayet hakkındaki genel kanaat bu ayetin birden fazla evliliğe izin veren bir hüküm olduğu şeklindedir. Oysa bu bir istisnai ruhsattır ve ayetin indirildiği topluma bakılırsa bu ayetin amacının tek olan evliliği çoğaltmak değil; çok sayıda evlilik yapmanın adet olduğu Arap toplumunda, evlilikleri en fazla dörtle sınırlayarak sayıyı azaltmaya yönelik bir düzenleme yapmak olduğu anlaşılır. Buna delilse hem ayetin sonunda belirtilen “adaleti gözetemeyeceğinizden korkarsanız, bir tek kadınla yetinin” kaydıyla vurgulanan Allahu Teâlâ’nın insanın hayrı için bildirdiği tavsiyesidir. Hem de Nisa Suresi’nin 129.ayetinde gelen “Tutkunluk derecesinde isteseniz de kadınlar arasında adaleti sağlamaya asla güç yetiremezsiniz.” şeklinde yinelenen uyarıdır.
Şimdi bu ayetten yola çıkarak Kur’an’ın “çok evliliği” tavsiye ettiğini söylemek Allah’a atılmış bir iftiradan başka bir şey değildir. Hele ki bu ayet sadece nefis istediği için ve bu noktada insanın nefsine dur demeyi tercih etmemesi suretiyle adeta “fuhşiyyatın meşrulaştırılması” gibi bir felakete kadar varıyorsa, işte o zaman işin içine şeytan karışmıştır ve takdir edersiniz ki bu asla kuranla uzaktan yakından alakası olan bir yaklaşım değildir.

Buraya kadar Kur’an’ı okuma ve yorumlamadaki anlayış farklılıklarından bahsettik. Bir de Kur’an’a bakışta anlayış farklılıkları söz konusudur ki bu daha genel bir meseledir. Zira herkesin Kur’an’a farklı bir bakışı olabilir. Bu kişinin Kur’an’ı ne olarak gördüğü, hayatında nereye oturttuğu ile alakalıdır.

Kur’an’ı sadece muhtevasındaki bilimsel konularıyla ele alan biri, onu bir bilim kitabı gibi görür; okuyup elde etmek istediği malumata ulaştıktan sonra kapatıverir. Bu alaka o kimsenin imanına katkı sağlamaz. Kuran hakkında incelemelerde bulunan batılı bilim adamları bunun en bariz örneği olarak gösterilebilir.
Sadece kıssalar kitabı olarak gören biri; onun geçmişten birtakım haberler verdiğini düşünmekle yetinir ve iş olaylardan ders almaya varmadan Kur’an’ı sair tarih kitapları arasındaki yerine kaldırır.
Bir başkası da şifreler kitabı(!) olarak görür, Allahın apaçık ve anlaşılır(mübîn) diye tasvir ettiği Kur’an’ı! Birtakım hesaplar yaparak geleceğe dair haberlere ulaşmaya çalışmakla oyalanıp durur.
Kimi sadece savaş kitabı zanneder de asıp kesmek bilir İslami hareketi ve Müslim-gayrı Müslim ayırt etmeksizin asıp kesmeye, kırıp dökmeye başlar.
Kimi ise sadece imanî meselelerini dikkate alır da amel boyutunda kılını bile kıpırdatmadan, kalbi ak-pak olarak yaşayıp gider…
Kimi de var ki belirli günlerde de olsa Kur’an’ı okur lakin sadece ölülere bağışlamakla yetinir. Hiç aklına gelmez mi “ölüye bile faydası olan bir kitabın kendisine niye hiç faydası dokunmuyor” bilinmez!

Oysa Kur’an’a bakış ve anlama çalışmalarının hepsinin Kur’an’ın iniş amacına uygun olma gayretini taşıması gerekir. Bu amaca binaen ve Allah’ın gör dediği yerden bakılınca, Kur’an yerler ve gökler hakkında verdiği haberlerle, ihtiva ettiği kıssalarla, muhkem ve müteşâbih ayetleriyle, imani ve ameli boyutlarıyla;
Allah’ın kudretini gözler önüne sererek tüm bunların sonucunda kulluğu yalnız Allaha has kılmayı emreden ve insanın dünyasını yine insanın hayrı için bu amaç etrafında şekillendiren bir hayat kitabıdır.



Tüm bu müşahede ettiklerimiz bir ilahi takdirin tahakkuk etmesinden başka bir şey değil aslında:
“Allah bununla birçoğunu saptırırken, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O,fâsıklardan başkasını saptırmaz.”(Bakara Sûresi,26)
Read more

gündem






kurduğumuz bütün düzene rağmen,
bavulu peşini bırakmayan bir yolcu gibi değil miyiz şu dünyada ?
dünyanın gündeminde kalmaya ne kadar çalışsak da,
birgün biz de düşücez gündemden,dünya da !
Read more

saklambaç







sapanca gölü'ne nazır bir akşamda,

mutluluktan bir sandalye çekmek iyi geldi zor günlerin altına,

çile gibi gelse de çoğu zaman bu saklanmaca,

sen aldırma mutluluk,

elma dersem çık,armut dersem çıkma =))
Read more